Daha önce hiç kalbinizin derinliklerinde yer bulan bir gerçeği, içerisinde bulunduğunuz bir sohbette yüzeye çıkan bir yorumla karşılaştınız mı? Geçenlerde böyle bir an yaşadım. İşlerimizden, ülkenin durumundan, daha iyi olmaya dair umutlarımızdan konuşuyorduk arkadaşlarımızla. Bir ara, bir dostumuzun söylediği sözler bütün düşüncelerimizi sarsacak şekilde ortaya çıktı: "Ne kadar da muhtacız övülmeye, sevgi bulmaya, taktir edilmeye..."
Bu sözler, her birimizin içinde gizli kalan bir gerçeği yüzümüze çarptı: Sevdiğimiz ve değer verdiğimiz şeylerin devamlılığı için, onları taktir etmeli, desteklemeli ve kötüyü iyiye yönlendirecek yolları öğretmeliyiz.
Bazı insanları parlak zekası, bitmeyen azmi ve engin umudu hayranlık uyandırıcıydı. Ülkemizin nüfusunun yalnızca %000058(onbinde 58)’ini oluşturan 5.000 kişilik bir gruba dahillerdi onlar. Az sayıda olmalarına rağmen, bu gruptaki insanlar sayesinde ülkemiz taş devrine dönmüyor. Bu insanlar, zekaları kanıtlama ihtiyacı duymayan, işlerinde profesyonel, yeni teknolojilere katma değer katan ve varlıkları olmadığında ülkemizin büyük zarar göreceği kişiler.
Onlar toplumumuzu ileri götüren ve "beyin takımı" dediğimiz kitleyi oluşturan kişiler. Onlar olmadan toplumumuz, devletimiz, kurumlarımız yok olmaya mahkûm olur. Yalnızca yerinde duran yapılarsa, Hacı Bekir efendi örneğinde olduğu gibi, kültür ve toplum hafızasını devam ettirme görevini yerine getirirler. Ancak "nadir insanlar" dediğimiz bu kitle, toplumun onayını veya ödüllendirmesine ihtiyaç duymadan, yalnızlığı, anlaşılamazlığı, kabul görmezliği ve bazen deli yerine konulmayı kabul ederek, inançları ve hayalleriyle kendi amaçlarını gerçekleştirecek şekilde ilerler.
Onlar sessiz sedasız, çoğu zaman fark edilmeyen başarıları ile toplumumuzu ileriye taşırlar. Onlar, ülkemizin geleceği, bizim umutlarımız, beklentilerimiz. Onları taktir etmeliyiz, çünkü onlar, yok olmamak için sevgiye, övgüye ve takdire ihtiyaç duyan en değerli varlıklarımızdır.
Bu durum, onlara karşı sorumluluklarımızı anlamamız ve yerine getirmemiz gerektiğini bize hatırlatıyor. Çünkü değer verdiklerimizi övdüğümüz, sevdiğimiz olguları desteklediğimiz ve kötüyü iyiye yönlendirecek yolları öğrettiğimiz sürece, umutlarımızı yitirmemize gerek yok. Kendi içinde muazzam bir güç barındıran, her birimizin değerli olduğu bu toplumda, taktir etme ve destekleme kültürünü geliştirmeliyiz. Çünkü taktir etmek ve desteklemek, bir ülkenin ayakta kalma sırrıdır.
Yazıya İlham olan yorumuda buraya bırakıyorum.
"Parıldayan zekanıza, azminize, umudunuza hayran olmamak elde değil paşalar. Ben üçünüzün bu ülkenin %000058 ini oluşturan, 5.000 kişilik (keşke daha fazla olsa ) nadir insan grubunda yer aldığınızı düşünüyorum. Zekası kanıtlanmaya ihtiyaç duyulmayan, bir iş kolunda profesyonel, yeni teknoloji anlamında katma değer üreten ve eksikliği halinde ülkenin zarar göreceği kişilersiniz. Bu gruptaki insanlar sayesinde ülke taş devrine dönmüyor. Lisanslı / ruhsatlı meslekler toplum düzeni ve devamı için gereklidir. Tamamen kişinin zekası, azmi ve yaratıcılığı ile ilişik olanlar ise toplumu ileri götüren ve "beyin takımı" dediğimiz kitleyi oluşturur. O kitleyi yok ederseniz toplum/devlet/kurum yok olmaya mahkumdur. Ilerleyemediği gibi yerinde de duramaz ki zaten "yerinde duran" yapılar sadece damak tadını sürdüren mirasçılar ve çocukları olarak Hacı Bekir efendi örneğinde olduğu gibi, Ali Muhiddin Hacı Bekir olarak muhteşem lokumları ve akide şekerleri ile kendilerine düşen ikincil görevi yani kültür ve toplum/şehir hafızasını devam ettirme görevini başarıyla sürdürüyorlar. "Nadir insanlar" dediğim kitle ise toplumun kabul etmesi, onaylaması ya da ödüllendirmesine ihtiyaç duymadan, yalnızlığı, anlaşılamazlığı, kabul görmezliği, bazen deli yerine konulmayı da kapsayan tüm zorluklara rağmen öngörü ve hayalleriyle var ettikleri amaçlarına ulaşmak için inatla çaba sarf eder ve eğer tüm şartlar uygunsa da sessiz sedasız başardıkları ile kitleyi ileri taşırlar... Değerlisiniz, bu ülkenin geleceğisiniz."
Ozan Diler